6 Temmuz 2018 Cuma

Dorian Gray'in Portresi Hakkında

"İnsanın kendisini azarlamasının bir zevki vardır. Kendimizi suçladığımızda, başka kimsenin bizi suçlamaya hakkı olmadığını düşünürüz."
Bu yazımda bir kitaptan bahsetmek istiyorum ancak bu bir kitap incelemesi olmayacak. Zira bir kitabı derinlemesine ve hakkı ile  inceleyecek edebi bilgi birikimim yok ve kitabı okumamın üzerinden uzun olmasa da biraz zaman geçti. Sadece bana hissettirdiği ve düşündürdüğü şeyler üzerine yazmak istedim. Kitabımız Oscar Wilde'ın Dorian Gray'in portresi adlı eseri.

Söylemem gerekir ki Dorian Gray bana hiç yabancı gelmedi. Kendisi her gün gördüğümüz melek yüzlü şeytanlardan biri sadece.Tek farkı yozlaşmış ruhunun izlerini saklayabiliyor olması. Bu özelliği de onu daha çok günaha itmekten başka bir şeye yaramamakta. Kitabı okudukça düşündüğüm tek şey onun gibi olsaydık biz de vicdanımızı susturup zihniyetimizi bu denli kirletir miydik? Kitabı okumayanlar için özetlemem gerekirse; Dorian Gray harika bir dış görünüşe ve yüzü kadar güzel bir kalbe sahip genç bir adamdır, bir ressam arkadaşı tarafından yapılan portresinde kendi güzelliğine aşık olan Dorian ruhunu şeytana satıyor ve zamanın ve günahlarının tüm izlerini o değil de portresi taşımaya başlıyor. Dorian işlediği günahların izlerini bedeninde göremediği için zamanla zihniyeti de yozlaşıyor ve yüzü bir melek kadar temiz kalır iken, şeytanlaşan ruhu portresine yansıyor. 

Kitabı okurken Dorian'ın kişilik değişimi karşısında dehşete düştüm. Evet, belki pek çoğumuzun gizli tuttuğu ve zevk aldığı bazı günahlarımız vardır fakat içten içe onlardan pişmanlık da duyarız. Belki pişmanlığımız onları yapmamızı engellemede yeterli olmaz çünkü bunlardan kimsenin haberinin olmaması bizi teşvik eder. Ama dediğim gibi; yanlış olduğunu biliriz,yapmaya devam etsek dahi içten içe kendimizi kötü hissederiz ve kendimizi terbiye etmek, daha fazla günaha batmamak için motivasyon buluruz. Ama Dorian'ın sıkıntısı onun günahları veya onlardan aldığı zevk değildi. Yaptıklarını yanlış bulmuyordu, sorunu tam olarak buydu.Normal bir insanın kendi kendine duyduğu nefreti o portresine karşı duyuyor, kendinden tiksinmediği için yaptığı kötülükleri durdurmuyordu.Tüm kötülüklerine rağmen o kadar güzel ve masum görünüyordu ki kimse onun şeytan ruhlu bir adam olduğuna inanmıyordu. Kitabı bitirdikten sonra düşündüm, acaba biz de günahlarımızın izlerini saklayabiliyor olsak, vicdanımızı susturabilir miydik? Acaba kimsenin öğrenmeyeceği ve ceza almayacağımız garanti olsa,aynaya baktığımızda bir katil görmeyecek olsak, zevk için insan öldürür müydük? Sahi bizi kötü ruhlu olmaktan alıkoyan ne? Bence yazının başında da alıntıladığım gibi kendimizi azarlayabilmek, suçlu hissedebilmek. Suçlu hissetmek için gerekli olan da belki kötülüklerin yüzümüze yansıyor olmasıdır. Belki fark etmeyiz ama tüm iyilik ve kötülük yüzümüze yansır. Çoğu insanın gözlerine, derinlerine baktığımızda fark ederiz bunu. Tatlı dille konuşan birinin yılanlığını, asabi bir insanın tavırlarının altında yatan iyi niyeti anlamak için biraz dikkatli bakmamız yeter. Dorian'ın aksine yüzümüzde taşırız tüm pisliklerimizi ve bunu düzeltmek için ruhumuzu temiz tutmaya çalışırız. Kendi kendimizi azarlar, vicdanımızı temizleriz. Aksi halde aynaya bakmaya, kendimizle yüzleşmeye tahammülümüz kalmaz. Tıpkı Dorian'ın portresinden nefret ettiği gibi biz de kendimizden nefret ederiz? Ama bence kendimize sormamız gereken önemli bir soru var; tüm günahlarımızı saklayabilseydik ne yapardık?

Nereye kadar sabretmeliyiz?

               Eğer ki genç bir yaşta iseniz büyüklerinizden en çok duyduğunuz uyarı mutlaka "Acele etme, sabretmelisin. Hiçbir şey h...